“Coğrafya Kader Midir?”
Canan Ekici – KGK Üyesi / TRT
Medya çalışanları; içinde bulunduğu binlerce yıllık sözlü, yazılı, katmanlı ve eşsiz bir belleğe sahip olan bir toplumun tüm unsurlarını; anlama ve anlatma yetisine sahip birer ferdi. Hatta birçoğu bu uğurda, sınırlı ömrünü kendini keşfetmek yerine, içinde bulunduğu toplumun her unsurunu anlamayla geçirmiş birer birey. Tek başına, grupsal, örgütsel ya da kurumsal birçok medya mecrasında; mutlu ya da mutsuz, başarılı ya da idareten, istikrarlı ya da bırakmaya meyilli, ilerleme tutkusunda ya da kahır dolu, zorla ya da şevk ile çalışmakta, büyük ve engin bir fikir dünyasının içinde ömrünü bu meslekle geçirmekte.
Ne hayaller kurup, nasıl kazanımlar ile yol aldığının kişisel, ne söylediğinin ya da ne anlattığının ise toplumsal olduğu ender bir uğraş olan medya mesleğini yapan herkesin ortak bir kanaati var ki; Orta Asya ve Avrasya arasında yaşadığımız bu coğrafyada bu mesleği yapmak deyim yerindeyse “bıçak sırtı” kadar zor. Her gün değişen dinamikler ile sürekli hareket halinde olan, gelenekleri ile toprağını kutsal sayan, planları ve stratejileri ile gökkube altında sınırsız olan, inandığı öğretilerle hoş görü esasına dayalı bir şiarı olan, lakin istediğinde çok çetin olan bir toplumun; mirasını ve çıkarlarını koruyarak, bilgi aktarıcılığı yapmak aynı zamanda büyük bir sorumluluk.
İbn-i Haldun bundan bin yıl önce “Coğrafya Kaderdir” der. Ünlü filozofun çağında bu tanımı yapmaya neden olan her türlü olay, durum ve oluşum bugün farklı şekillerde devam etmekte ki bu cümle son üç yıldır bu coğrafyada herkesin her an belliğinde. Öyle ki çoğu insanın bunu bambaşka sorunlara cevap niteliğinde kullandığını, hatta değişim denilen en büyük döngüye karşı bu cümle ile direnç gösterdiklerine bile şahidiz.
Gerçekten “Coğrafya kaderdir” derken filozofun kastettiğini “çaresiz bir teslimiyet” olarak mı algılamalıyız yoksa bunu ölçülükte bir gösterge olarak alıp “Coğrafya farkındalıklı bir kazanım mıdır?” diye mi sormalıyız?
Bugün 3 büyük semavi din ile birlikte diğer tüm dinler, bilim, sanat, ekonomi, tarih, edebiyat, spiritüalizm, astronomi gibi tüm kabul gören ya da görmeyen bilimler, insanın kendini keşfetme öğretisiyle temellidir ve bu keşfetmenin sadece kişisel değil toplumsal olması gerektiği de hepsinde en büyük ikrardır. Türklerin atası Bilge Kağan’ın ilk ilanı, toplumlara hakikat için gelen Hz. Muhammet’in ilk çağrısı, yaşadığımız ülkenin kurucu lideri Mustafa Kemal Atatürk’ün ilk hareketi hep bu temelli değil miydi?
SESİM GÜR, AKLIM HÜR, KAFAM BİN KAZAN! SAKİN OL EY BAĞIRARAK KAZANAN!
İşin ilginci bizler bu öğretilerle birlikte, huzurlu, birbirine güvenen, gelecek önermeleri benzer olan ve alt yapısı sağlam bir toplum olacağımıza, birbirimizle bu niyet uğruna kavga etmekteyiz her gün ekranda, siyasette, makalelerde…
Dünyanın belli başlı ülkelerinin medyalarında görülmeyecek yoğunlukta tartışma programı yapılmakta, sosyal medyada her konuda birçok kişi her an yeni komplo teorileri ile konuşmakta, her gün her an gündem herkes tarafından enine boyuna değerlendirilmekte, indirilip kaldırmakta. Yapıcı ve devlet stratejisini sağlamlaştırıcı bir zemin yerine, sürekli deliklerini kendimizin açtığı yer altına doğru kayıyoruz, ülkümüzün mavi gök olduğunu söyleye söyleye. Sanırım üretim teknolojilerinin inanılmaz ucuzladığı, her türlü gelişimin insan üzerine yapıldığı yakın geleceğe konuşarak giren tek ülke bu gidişle bizim ülkemiz olacak. Keza bir tarafta teknoloji ve bilim üreten ülkeler sağlam adımlarla geleceklerini inşa ederken, bir tarafta ise sadece çılgınca tüketen ve kendini diğer ülkelerle kıyaslayan ülkeler var. Bizim nerde durduğumuz pek belli değil şu koşullarda.
Net olarak görünen bir şey varsa o da; fikri takibi olay örgüsünden ibaret zanneden, gündem aktarıcılığı ve değerlendirmesinden çok kime hizmet ettiği belli olmayan propagandacılığa yakın söylemlerle ortak kültürü içinde yaşanan ülkenin sınırlarından ibaret gören kişilerle dolu medya hayatımız olduğu. Birbirlerine hatta ülkeye hizmet etmeyen, gerçek halk idaresine bağlı devletin temel değerini unutan, milli refleksleri göz ardı eden ve sürekli kutuplaşan bir medya ile karşı karşıya kaldığımız. Görünen o ki, yıkıcı ve akıl karıştırıcı birçok komplo teorilerinin işe yaraması da yine bu neden sonuç ilişkisine dayalı.
Peki böyle mi olmalı? Tabi ki hayır. Bu sonu gelmeyen kavganın hiçbir şeye faydası olmadığı aşikâr.
“COĞRAFYA FARKINDALIKLI BİR KAZANIMDIR!”
İngiliz sosyolog Anthony D. Smith, etnik bir toplumdan bahsederken onun altı ana niteliğe sahip olduğunu söyler ve onları şu şekilde sıralar. “Kolektif bir özel ad, ortak bir soy miti, paylaşılan tarihi anılar, ortak kültürü farklı kılan bir ya da daha fazla unsur, özel bir yurtla bağ ve son olarak nüfusun önemli kesimleri arasında dayanışma duygusu.” Sıralamanın ardından Smith, “söz konusu nüfus, bu niteliklere ne kadar sahipse, ortak bir kimlik duygusuna sahip tarihsel kültürü olan bir toplumla karşı karşıyayız demektedir” der.
Dünya antropoloji, teoloji, sosyoloji ya da siyasi tarihi; farkındalığı olmayan toplumların hep kaybettiğini anlatır. Devletinin temel değerini insana indiren, sistemsel problemleri öne çıkarıp sistemin kendisini tehdit eden, başkalarından medet uman, kendini herkesle kıyaslayan toplulukların kaybeden olduğunu hatırlatır. Gerçeğin yerini alan komplo teorilerinin kulaktan kulağa yayılıp anlam kazandığı, kendi şiarı olmayan toplulukların toplum olamayacağını belirtir.
GERÇEK, TEK BİR ŞEY DEĞİL, PEK ÇOK ŞEYDEN MEYDANA GELİR!
Yakın tarihte yüzyıllık bir devlet olmanın gururunu kutlayacak olan ülkemiz Türkiye, uzun yıllardır renklilikleri ile homojen olmaya çalışan, tam da sosyoloğun işaret ettiği yapıya uygun bir toplum. Lakin bu özelliklerinden gün geçtikçe uzaklaşmakta. Hatta bu günlerde ideasına ulaşmak için, ütopya ile kurulmuş, bugün distopyadan medet uman, gerçekte ise kaos içinde bir ülkenin tam ortasındayız. Kurşundan ağır hakaretlerin, korkularımızı tırmandıran komploların, kanaatimizi değiştirmek için söylenen yalanların, taraftar artırmak için girilen oyunların tam ortasındayız. Peki, hepimizin ortak ideası bizden her geçen gün neden bu kadar uzaklaşıyor?
İdeanın felsefe tarihinde taşıdığı önemin belirgin örneği filozof Platon’un felsefesidir. Özellikle fiziksel maddi dünyayı anlamaya çalışırken Platon, ünlü mağara örneği ile dünyanın geçiciliğini ve değişkenliğini vurgularken, asıl olanın akılla kavranan dünya olduğunu ileri sürer. Filozofa göre gerçek olan, sürekli, değişmez ve kalıcı olmalıdır. Değişmez ve kalıcı olan da madde değil, formdur. Duyulara konu olan fizik dünyada, her şey her an bir değişme ve oluş içindedir. Yine Platon’a göre “Gerçek, tek bir şey değil, pek çok şeyden meydana gelir, bunlar da İdeaların kendileridir. İnsan bir taraftan duyulur olan fiziksel maddi dünyaya, öteki taraftan da idealar dünyasına bağlıdır, ancak asıl olan idealar dünyasıdır.” diyerek bize kanaat, yargı ve değerlendirmede neye dikkat etmemiz gerektiğini söyler. Bu bize neyin her gün masaya yatırıldığına, ne için her gün tartışıldığına, ne yapmak için yan yana gelindiğine tekrar tekrar bakmayı gösterir.
Yükseldiği değerleri hayata yayarak yaşamak, değişimlerin olumlu ilerlemesini sağlamak, bunun içinde bilgi paylaşmak günümüz medyasının ideası. Medya; yapısı gereği, yeniyi ve çağdaşı kullanırken, geleceği ve güzeli de önerebilecek kadar etkili bir güç. Ve bu güç dağınıklaştıkça kardan çok zarar verebilecek bir yapı. Medya çalışanları gerçekten güçlerini böyle mi kullanmalı? Tartışmaları kızıştırıp çözüm süreçlerini baltalayıcı bakış açıları etrafa bu kadar hâkim mi olmalı?
BİRLİKTEN DİRLİK DOĞAR!
Coğrafyası Anadolu’nun ebedi sahibi kalmak, herhangi bir ülke ile kıyaslanma ihtiyacı olmadan, kendine yetmek, büyük bir çekim merkezi olan bir ülke olarak devam etmek ve devletin temel değerlerini her daim gözetmek; biz medyacıların, ülkeyi yönetenler kadar görevi.
Başarılı olmak için kendi enerjisini bulmaya çalışan ülkeler daha çok kendi kaynakları ile var olmayı seçer. Bu somut ve soyut varlıklarını doğru yönetmekle olur. Sabit ve hareketli varlık üretimi zengin bir bakış açısı katar. Değer üretiminde; somut olmayan varlıkları da bünyesine alıp ilerleyen ülkeler sadece büyümez gelişirler de. Türkiye jeopolitik konumu, dinamik ekonomisi, genç nüfusu ile küresel rekabetin tam ortasında yer alan bir ülke. Toplumcu bakış açısıyla doğada yaşayan, bireysel tarzlarını muhafaza edip tüm dünya insanlarıyla benzer yollarla aynı olmaya çalışan, kendine özgü halkı ile hiç solmayan büyük bir uygarlık. Bu uygarlığın aktarıcılığını yapan medyanın, yeni, yapıcı, doğru, tarafsız bir imajı olması ve her bir çalışanın bu imaja hizmet edip bu imajdan faydalanması günümüzde çok önemli.
Yanlı her türlü propagandayı, doğru bilgi ile bastırmak ve ülkemizi kitlelere doğru anlatmak hepimizin sorumluluğunda. Bunu, bağırıp çağırarak, başkalarının sesini bastırarak yapamayız. Bilgiyi esas alan, ahlakın ve iyinin çerçevesinde kalarak, kaynaklarımızı doğru değerlendirerek, gelenek ve göreneklerimizden öğrendiğimiz “3 S ile, Sükûnet, Sabır ve Sebat ile” icra etmenin yollarını yeniden bularak yapmalıyız.
Bunu anladığımız gün ise, birbirimizi yiyerek coğrafyamızın kaderine değil, hep birlikte milli hafıza keskinliği olan, birlik ve huzur dolu, iş birlikleri ile gelişen, farkındalıklı bir geleceği olan Türkiye’ye bakıyor olacağız.