Gazeteci
Meslekte bu yıl tam 40’ncı yılımı
kutluyorum. Öyle seyrek sepelek değil;
dolu dolu 40 yıldan bahsediyorum.
Mesleğe başladığımda Cumhurbaşkanı
Kenan Evren’di, Turgut Özal,
Süleyman Demirel, Ahmet Necdet
Sezer, Abdullah Gül ve son olarak 3
dönemdir Recep Tayyip Erdoğan
dersek neredeyse demokrasi
tarihimizin yarısının canlı tanıklığını
yaptım.
Gazeteciliğin her alanında görev aldım.
Eskişehir’de Hürriyet Haber Ajansı’nda
stajyer olarak başladığım zaman daha
20 yaşımda bile değildim. Büro şefi
rahmetli üstadım Kenan Şanlıer’in
gözüne gireceğim diye geceleri bile
büroda telsiz dinleyerek sabahlardım.
Tüm Eskişehir’in gece hayatına hakim
oldum. Bakmayın; 1983 yılında
Eskişehir köy görünümlü bir şehirdi.
Sonrasında, Anadolu Üniversitesi
Rektörü Yılmaz Büyükerşen’in
Belediye Başkanlığı döneminde
parladı.
Benim gece hayatı dediğim pavyon
önündeki kavgalar, hırsızlık ve intihar
vakaları… Ha bir de kahvelerde
kurulan kumar masalarında yaşanan
kavgalar.
Hemen hepsini de saatlerce takip
ederdim. Ama hiç birini yazı işlerine
beğendiremezdim. Gece haber müdürü
“Yavrum daha seksi haber yap” der
dururdu. Ulan bu seksi haber nasıl
oluyor düşündüm durdum, ama
bulamadım. Şimdi bile tam emin
değilim ama herhalde oradaki seksi
kelimesi güzel okunacak haber
anlamına geliyordu.
Eskişehir’de okuyordum ama
Ankara’da oturuyordum. Bu nedenle
yaz tatillerimi Ankara’da ailemin
yanında geçirmek istediğimden
Hürriyet Haber Ajansı Ankara Büro’ya
geçmem lazımdı. Ankara büro şefi
Sezai Bayar bana bu şansı tanıdı. Artık
kışları Eskişehir’de yazları da
Ankara’da gazetecilik yapıyordum ama
hep gece çalışıyordum.
Unutmadan bu arada maaş falan yok
ha; karın tokluğuna. Baktım kimsenin
beni kadroya alacağı yok. Bari
patronun okuluna gideyim belki oradan
mezun olunca kadroya girerim dedim.
Ama ne mümkün ben askerdeyken
müracaat tarihini kaçırmışım. Sağolsun
babam evrakları geç de olsa teslim
edeyim diyerek Hürriyet Ankara büroya
gitmiş. Bürodaki sekreter biz evrakları
teslim alamayız diyerek okul müdürü
Hasan Yılmaer’in telefonunu vermişler.
Hasan bey Hürriyet Haber Ajansı’ndan
emekli olunca patronun isteği ile “Erol
Simavi Özel İletişim Merkezi”
adıyla bir okul kurmuştu. Babam
Hasan Bey’i arayıp durumumu
anlatınca Hasan Bey beni hatırlamış.
Önce Eskişehir Büro şefi Kenan
Şanlıer’e sormuş sonra da Ankara
Büro şefi Sezai Bayar’a… Her iki büro
şefi de bana referans verince Hasan
bey de beni okula kabul etti.
Okul bizim için bir dönüm noktası oldu.
Okul sonrası Ankara’da gece foto
muhabiri olarak göreve başladım. Yine
stajyerliğimdeki aynı işi yapıyordum
ama bu sefer maaş alıyordum.
Ankara’da gece muhabiri olarak
başlayan gerçek anlamdaki
gazeteciliğimde özel ihtisas gerektiren
alanlarda da görev yaptım. Foto
muhabiri olarak tüm Türkiye’yi ve
Ortadoğu’yu gezdim. Terörist başı
Abdullah Öcalan’la ilk görüşen
gazetecilerden biri oldum.
Sonrasında Rahmetli Özal beni
Japonya’ya gönderdi. Daha doğrusu
Erol Simavi gönderdi ama, talimatı
Özal verdi. Hürriyet Gazetesi Tokyo
temsilcisi olarak başladığım yurtdışı
kariyerimi Uzak Doğu temsilcisi olarak
tamamladım.
Japonya’da beraber çalıştığım
diplomat arkadaşlarımdan hayatın bir
başka boyutunu öğrendim. Monşer
kelimesini çok sevdim. Sofistike yaşam
tarzını öğrendim. 1999 yılında
Türkiye’ye döndüm.
Ve Aydın Doğan’a Doğan Haber Ajansı
dosyasını sundum. Hürriyet ve Milliyet
Haber Ajansı’nın tek sahibi olan Aydın
Doğan için Japon JiJi Pres
örneklemesiyle tek bir ajans kurmayı
önerdim ve Ajansın kurucu Genel
Müdür Vekili oldum. Tam İstanbul
sosyetesine katılıp emekli
büyükelçilerle cemiyet hayatının tadını
çıkartmayı beklerken, ajansın kuruluş
çalışmaları için düştük Anadolu
yollarına…
Neyse çok kafanızı ağrıtmayayım.
Hürriyet Gazetesi’nde yöneticilik
yaparken köşe yazarlığı da yaptım.
Sonrasında Japonlarla TV kurma
macerası, Halka ve Olaylara Tercüman
Gazetesi’nde köşe yazarlığı derken, bir
dönem işsiz kaldım. Tabi ki her işsiz
gazeteci gibi ben de masanın diğer
tarafına geçip “danışmanlık” adıyla akıl
satmaya başladım. Kimlere akıl
satmadım ki… Neyse seçim öncesi
reklam yapmayayım.
40 yıllık gazetecilik hayatımda hiç bir
gazetecilik meslek örgütüne üye
olmadım. Ta ki Mehmet Ali Dim’i
tanıyana kadar. Küresel Gazeteciler
Konseyi Genel Başkanı sevgili Dim ile
yol yürüneceğine inandığım için de ilk
STK üyeliğimi yaptım ve Sayın Dim’in
talebiyle konsey yönetiminde görev
aldım.
40 yıllık gazetecilik hayatımda
öğrendiğim en önemli konu
Gazetecilerin kamu yararına görev
yaptıkları ve Amerikalıların “soft power”
dedikleri kamuoyu oluşturmada çok
önemli rol üstlendikleri.
Küresel Gazeteciler Konseyi bir üst
yapı olarak gazeteciliğin temel işlevi
olan lobi faaliyetlerini çok iyi yapıyor.
Ben de bu başarılı yapının bir parçası
olmaktan son derece memnun ve
mutluyum.