Kabuk Bağlamamış Yaramız: Gazetecilik

28.01.2022

Bülent Aydemir – KGK Genel Başkan Yardımcısı

Vizontele filminde askere gidecek olan Rıfat, sevdalısı Asiye’ye yarasının kabuğunu verir. Asiye, “İnsan hiç sevdiğine yarasının kabuğunu verir mi?” diye sorduğunda Rıfat, “Seninle ilk buluştuğum gün düşmüştüm; kanamıştı. Sonra yara kurudu. Ben de kabuğunu sakladım; ikimizin yarasıdır diye… Düşündüm ki fotoğraf vermekten iyidir. Fotoğrafa bakar bakar alışırsın ama yara öyle değildir. Etimden bir parçadır. Ne zaman baksan acırsın” diye yanıt verir.
Yaralarımız iyileşse de kabuk bağlasa da yaşanmışlığı temsil eder; tecrübedir, hafızada, yürekte birikimdir.
Psikolojinin dahi çocuğu Carl Gustav Yung, “Yarayı iyileştirmeye çalışmamalı ve onu, olmasa daha iyi olacak bir aksaklık, aşılması gereken bir engel olarak görmemeli. Her yaranın bir hediyesi vardır. Yara, seni sen yapar, pişirir. Yara yaşamın parçasıdır; tamir edilmesi gereken bir hata değil” der. Sadece fiziki yaralar değil; hayattaki üzüntülerimiz, acılarımız, ruhsal yaralanmalarımız da bizi insan yapar ve pişirir; tecrübe kazandırır. Yaralarımızla var oluruz; yaralarımızdan dersler çıkarırız.
Gazeteciler de içinde yaşadıkları toplumdan bağımsız değerlendirilemez. Toplumun sevinçleri, acıları, hüzünleri, mutlulukları, sıkıntılarına ortaktır gazeteci… Yaralar da çoğu zaman ortaktır. Gazeteci, profesyonel şekilde mesleğini icra ederken, vicdani ve duygusal tepkiler de verebilir. Mesleğinden önce insandır çünkü. İnsan olmanın gereği vicdanlı olmaktır. Ülkenin geleceği ve insanıyla ilgili meselelerde vicdani kanaatlerine göre yaklaşım sergileyebilir. Şüphesiz ki hukukun yanı sıra; mesleki kurallar ve etik ilkeleri de içselleştirmek, buna uygun davranmak zorundadır gazeteci.
Son dönemde toplumun birçok katmanında olduğu gibi gazetecilik mesleğinde de erozyon ve yozlaşma yaşandığına üzülerek tanıklık ediyoruz. Gazetecilerin “şuncu/buncu” diye kategorize edilmesi, meslek ilkelerinden süratle uzaklaşılması, toplumun haber almak hakkı ve şeffaflık için halk adına denetleme görevinin ifa edilememesi çok ciddi bir sorundur. Muhalif-yandaş ayrımı da topluma yapılmış büyük bir kötülüktür. Gazeteci, varoluşsal şekilde muhaliftir. Tabii ki yapılan iyi şeyleri de yazar ama alkışlamak gazetecinin görevi değildir. Sürekli alkış beklenen bir ülkede ne hatalar düzeltilir ne de şeffaflık sağlanabilir…
ELEŞTİREL GAZETECİLEK SİYASETİN DE İHTİYACI
Haber alma-verme ilişkisi olsa da, siyasetçi ya da bürokrat gazetecinin amiri değildir. Gazeteci, vicdani kanaatlerle; en yalın şekilde haberini, bilgisini, analizini topluma sunar. Günün sonunda gazeteci de hesabını topluma ve hukuka verir. Siyasi otoritenin, medyayı mutlak kontrol etme çabası yeni değildir ancak bilgiye bu kadar kolay ve hızlı ulaşılabilen, dezenformasyonun/manipülasyonun anında kırıldığı bu çağda mutlak bir denetim söz konusu değildir. Gün bittiğinde başınız dik şekilde toplumun karşısına çıkmak, kaçırmadan insanların gözünün içine bakabilmek hazzı yüksek muazzam bir duygudur. Maalesef son dönemde, “gazeteci” kimliğini kullanan bazı isimlerin toplumun karşısına çıkamayacak ya da insanların gözlerinin içine bakamayacak davranışlar/tutumlar sergilediğini gördük. Bu, hem mesleğe hem de topluma yapılmış büyük bir kötülüktür. “Dördüncü Kuvvet” olarak adlandırılan medya, görevini hakkıyla ve layıkıyla yerine getiremediğinde; Yasama, Yürütme, Yargıdan sonra demokrasinin temel parametrelerinden biri eksik kalmış olur. Buna kimsenin hakkı yoktur. Gazeteci, tüccar olamaz, gazeteci iş takibi yapamaz, gazeteci siyasetle iş tutarak çıkar sağlayamaz. Ya da böyle davrananlara gazeteci denilemez…
Gelin hep beraber birçok meslek dalında ve kurumda gerekli olduğu gibi gazetecilik mesleğini de yeniden ayağa kaldıralım; gazeteciliğe hak ettiği itibarı kazandıralım. Aksi durumda geri dönülemez bir biçimde hepimiz kaybedeceğiz. Başka yolu yok…